26 Ocak 2019 Cumartesi

"Merhaba"


Saat 6.30’da çalan alarmla uyandım. Ulan İstanbul’da bile bu saatte uyanmıyordum ile başlayan, küfürlerle devam eden bir sızlanmadan sonra gerçekleri kabullenip işe gitmek için hazırlanmaya başladım. Odada dört kişi kalıyorduk ve kibarlık gereği onları olabildiğince az rahatsız etmek için karanlıkta, yataktan çıkmadan, akrobatik hareketler ile üstümü değiştirip o gün molada yiyeceğim yemeği çantama atıp termosuma kahvemi doldurduktan sonra hostelden ayrıldım. 


Sabahın ilk saatleri olduğu için hava, ne eldivenlerin ne de montun fayda etmeyeceği kadar soğuktu. Her zamanki gibi Abeno istasyonuna gidip dört numaralı vagonunun dört numaralı kapısından metroya bindim. Yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra Nagahara istasyonunda inip yaklaşık yarım saat yürüyüşün ardından çalıştığım yere ulaştım. Tarzanca anlaştığım ve isimlerini halen daha hatırlayamadığım iş arkadaşlarım da geldikten sonra çalışmaya başladık. Yaklaşık üç saat sonra kendisi dünyanın en mükemmel insanlarından olan patronum, yanıma gelip o gün çok fazla iş olmadığını kendisinin de yorgun olduğunu söyleyip birlikte Nara’ya gitmeyi teklif etti. Ben de büyük bir memnuniyet ile teklifini kabul ettim. Bu sohbetten yaklaşık yarım saat sonra Nara’ya gitmek için yola koyulduk. Nara’ya bizimle birlikte Kassai’nin kızı ve damadı da gelecekti. Evlerine gidip onları aldıktan sonra Nara’ya doğru yola devam ettik. 

Bir buçuk saatlik yolculuğumuzdan sonra arabayı park edecek bir yer bulduk ve Nara Park’a doğru yürümeye başladık. Parka yaklaştıkça etrafta gezinen Nara’nın meşhur geyiklerinin sayısı artmaya başladı. Parka geldiğimizde patronum Kassai geyikleri beslemem için kraker satan stantların birinden kraker alıp krakeri elime sıkıştırdı. Kassai, krakeri elime sıkıştırır sıkıştırmaz etrafım geyikler tarafından sarılmıştı kimi sağımdan beni dürtüyor kimisi elimi ısırmaya çalışıyordu. Bu keşmekeşin içinde alelacele elimdeki krakerler ile geyikleri besleyip kaçarcasına yanlarından uzaklaştım. 


Parkın içersindeki Tōdai-ji Tapınağı’na doğru giderken Kassai, bize beklememizi söyleyip yolun hemen solundaki İnformation Center’a gitti. Daha sonra kapıdan bana seslenip oraya gelmemi söyledi. Ben de ne kadar şanslı olduğumu düşünerek yanına gittim. İçeride Kassai ve İnformation Center’da çalışan bir kadın vardı. Aralarında Japonca konuşuyorlardı. Tam olarak ne konuştuklarını anlamasam da jest ve mimiklerinden konunun turistlere verilen broşürler olduğunu anlamıştım. Kassai, kendi seçtiği birkaç tane İngilizce broşürü verdikten sonra yanımıza orada çalışan kadın da geldi. Kadın bana birkaç tane daha broşür gösterdikten sonra bana İngilizce nereli olduğumu sordu. Ben de İngilizce Türk olduğumu söyledim. Kadın bir anda gayet güzel bir telafuz ile Türkçe merhaba dedi. Merhaba, Japonya’da bir Japon tarafından son derece güzel bir telafuzla söylenen bir merhaba. O kadar şaşırmıştım ki İngilizce cevap verdim. Gene çok güzel bir telafuz ile Türkçe nasılsın diye sorunca hala şaşkın bir şekilde iyi olduğumu söyleyip Türkçe’yi nerede öğrendiğini sordum. Bana bir süre Türkiye’de yaşadığını ve birçok Türk arkadaşı olduğunu söyledi. Ne kadar süre Türkiye’de kaldığını sorduğum zaman aldığım cevap ise beni tamamen şoka soktu: Bayağı. Bayağı hiç de okullarda ya da kitaplarda öğrenilebilecek bir kelime değildi. Ama bu kelimeyi son derece yerinde ve güzel bir şekilde kullanmıştı. Aralıklarla bu tesadüfe gülerek bir süre sohbet ettik. Ama patronumun ve ailesinin beni beklediğini söyleyip ayrılmak için iznini istedim. Sanki kırk yıllık arkadaşıymışım gibi sıcak ve içten bir gülümseme ile güle güle deyip beni yolcu etti.

Tapınağı ve çevresini gezdikten sonra yemek yemek için geri dönerken patronumdan izin isteyip tekrardan İnformation Center’a gittim. Gene aynı sıcak ve içten gülümseme ile beni karşıladı. Osaka’ya döndüğümüzü ama tekrardan gelip daha uzun süre sohbet etmek istediğimi söyledim. Bana, isminin Hisae olduğunu söyleyip çalışma günlerini takvim üzerinde gösterdi. Daha sonra görüşmek üzere vedalaştık. 

Her ne kadar daha erken gitmek istesem de çalışma günlerim buna izin vermedi ve bu olaydan birkaç hafta sonra, izin günümde tekrardan Nara’ya gitmek için plan yaptım. İzin günümde sabah 10.30 gibi uyandım. Konakladığım hostelden Nara Park’a nasıl gidildiğine bakıp hazırlandıktan sonra yola çıktım. Yolculuğum trenle yaklaşık bir saat sürdü. 

Trenden indikten sonra gene geyiklerin arasından Hisae’nin çalıştığı İnformation Center’a gittim. İçeride bu defa bir başkası çalışıyordu. Ona, Türk olduğumu ve Hisae’yi aradığımı söyledim. Bana bir dakika beklememi söyleyip bir kapıdan arka tarafa geçti. Yarım dakika geçmeden yanında Hisae ile geri döndü. Beni gördüğüne şaşırmış olacak ki, aa siz mi geldiniz nasılsınız dedi. Ve başladık sohbet etmeye. Sohbet o kadar güzeldi ki Teoman’dan Hisae’nin Van’a tek başına yaptığı seyahate, Barış Manço’nun mavi renkli Mançoloji isimli kasetlerinden Marmaray’ın açılması planlanan, belki de çoktan açılmış olan bilmiyorum, etaplarına kadar her şeyden konuştuk. Hatta bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de Mustafa Sandal’ın onun arabası var güzel mi güzel nakaratlı şarkıyı birlikte söyledik.

Sohbet her ne kadar çok güzel olsa da artık ayrılık vakti gelmişti. Hisae’ye Japonya’dan ayrılmadan tekrardan ziyaretine geleceğimi söyledim ve birbirimizin mail adresilerini alıp İstanbul’da ya da Nara’da tekrardan görüşmek üzere vedalaştık. 

Osaka, Japonya



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder