13 Kasım 2023 Pazartesi

“Dağları Görmek İstiyorum Gandalf, Dağları”

Aslında 15 Ekim’de gidecektim ama uçak bileti çok pahalı olduğu için gidemedim. Siz beni 15 Ekim’de gitmişim gibi düşünün.

Malum bir sebepten ve malum olmayan birkaç sebepten dolayı gittim. Gittim çünkü dağları görmek istiyordum; gittim çünkü kendimi, belki bir gece hariç, T*kyo’da gibi hissediyordum. Aslında Batı’ya gidecektim ama Doğu’ya geldim. Çünkü “Bir yere mi gidiyorsun yoksa sadece gidiyor musun ?” sorusuna cevabım sadece gidiyorumdu. 

Dört sene önce yaptığım işi yapıyor, dört sene önce kaldığım hostelde kalıyor ve dört sene önce gittiğim barlara gidiyorum. Tek fark yaşadığım şehri, yaptığım işi ve insanları daha iyi tanıyorum. Tabii bir iki tane de arkadaşım var arada bir buluşup gyoza yediğim ya da bira içtiğim.

Haftanın dört günü, masraflarımı karşılayabilmek için İngilizcesi neredeyse hiç olmayan iki kişi ile elektrik paneli yapıyorum. Keşke biraz sohbet edebilsek kim bilir ne hikayeler anlatırlardı bana. Panel yapımına ilişkin öğrendiğim çoğu şeyi hatırlıyorum. Hatırlamadığım şeyleri de el kol hareketleri ile sorup öğrenmeye çalışıyorum.

Hostelde altı kişilik bir odada kalıyorum. Oda arkadaşlarımdan birisi tek kişilik bir yatağa otuz tane koli istiflemiş ellili yaşlarında bir erkek, diğeri ise mecburiyetten saçma sapan bir işte çalışan bir kadın. Diğer yataklarda kimin uyuduğunu, ne zaman gelip ne zaman gittiklerini bilmiyorum. Odamın tavanında, yağmur yağdığında içeri su sızdıran, bir delik var. Biraz can sıkıcı oluyor tabii ama birkaç kova ve yatak örtüsü ile neler yapılabildiğini görseniz şaşırırsınız.

Bazen hostelin kapısında oturup “Balkonda Niye Böyle Oldu Sigarası İçerken Dinlenecek Şarkılar”ı dinliyorum, bolca alkolün eşliğinde elbette. Bazen de hostelin oturma odasında insanlarla gülüp eğleniyorum, bolca alkolün eşliğinde elbette. Murphy's'de adını bile hatırlamadığım insanlarla sohbet etmeyi de ihmal etmiyorum. Sonra o malum şarkıyı mırıldana mırıldana elli altı dakika yürüyüp hostele dönüyorum gecenin bir yarısı.

İşte tüm bunlar benim “To The West” diyeceğim güne kadar sürdüreceğim hayatım olacak sanırım.

Osaka, Japonya




31 Temmuz 2023 Pazartesi

“Neden Kendine Bunu Yapıyorsun ?”

Batum’a geleli daha bir saat olmuştu. Hepsi birbirine benzeyen, hiçbiri de bir şeye benzemeyen Sovyet yapımı elli, altmış yıllık binalardan birinin etrafında üçüncü turumu atarken, sokağın ortasında, “Nerede bu a*ına koduğumun hosteli ?”, “S*ktiğimin Sovyet ülkeleri, harita kullanmayı bile beceremiyorsunuz am*na koyayım.” diye bağırıyordum. İki gece kalacağım hostelin olması gerektiği yerde ne bir işaret, ne bir tabela ne de hosteli andıran bir şey vardı. Hava kararmaya başlamıştı ve yağmur çiseliyordu. Acaba başka bir yerde mi diye cadde boyunca birkaç sefer yürüyüp tabelalara bakmaya başladım. Cadde üzerinde ne kadar gidersem gideyim etrafta kalacağım hostele dair tek bir iz bile yoktu. Yarım saatlik bir aramadan sonra başladığım yere geri döndüm.


Yıkık dökük binanın köşesinde, yıllar önce yapıldığı belli olan yarısı silinmiş bir işaret gördüm. İşarette bir başka hostelin ismi yazıyordu. Belki o hosteldekiler, benim kalacağım yeri biliyordur diye binanın arka tarafına dolandım. Binanın arka tarafı karanlık ve ıssızdı. Evlerden dışarı sızan zayıf ışıklardan başka ortalığı aydınlatan bir şey yoktu. Binanın arka tarafında, kalabalık bir erkek grubu sigara içip sohbet ediyordu. İngilizce bilmediklerini tahmin edip Tarzanca hostelin yerini sordum, onlar da bana Tarzanca cevap verip yıkık dökük binayı işaret etti. Binanın içerisine girdiğimde gördüğüm manzara şöyleydi: Binanın kapısı yoktu, merdivenler ufalanmış ve  içerisindeki demirler ortaya çıkmaya başlamıştı, tavandan aşağı elektrik kabloları sarkıyordu ve koridorda aydınlatma namına hiçbir şey yoktu. Koridor, kırık camlardan içeriye giren ışık ile “aydınlanıyordu.”





Telefonun fenerini açıp “Nereye düştüm gene a*ına koyayım ya” diye söylene söylene beşinci kata kadar çıktım. Beşinci kata çıktığımda koridorun sağ tarafındaki kapıya asılmış, yarısı düştüğü için okunmayan bir kağıttan o hostelin aslında benim kalacağım hostel olduğunu ama aynı yerde iki ayrı hostel varmış gibi internete ilan koyduklarını anladım. İçeri girdiğimde, Doğu Avrupa’da kaldığım hostellere benzeyen, havasız bir ortam ile karşılaştım. Ortak alanın mutfak kısmında birileri yemek yapıyordu. Yaptıkları yemeğin kokusu tüm hosteli sarmıştı. O an hostelde çalışan birisi olmadığı için, uzun zamandır orada kaldığını düşündüğüm, misafirlerden birisi bana yardımcı oldu ve bana yatağımı gösterdi. Kalacağım oda sekiz kişilikti ve tüm yataklar doluydu. Odanın içerisi havasız, kirli ve karanlıktı. Karanlık, odanın kirliliğini ve dağınıklığını gizliyordu. Odanın dağınıklığından anladığım kadarıyla bazı müşteriler uzunca bir süredir orada kalıyordu ve ortamı epey bir sahiplenmişlerdi. Odanın hemen yan tarafında ortak kullanılan, ayakkabı ile girilmekten yerde çamur izleri olan bir banyo vardı. Yukarı kattaki banyo ile birlikte on, on beş kişiye bir banyo/ tuvalet düşüyordu.


Üzerimi değiştirip hostelin çevresinde neler olduğunu görmek ve yanımda getiremediğim bazı eşyaları satın almak için dışarı çıktım. Döndüğümde yan ranzamda yatan kadına selam verip nereden gelip nereye gittiğini sordum. Bana Ukraynalı olduğunu ve savaştan kaçtığını, bir süredir bu hostelde kaldığını söyledi. Ne kadar daha orada kalacağını sorduğumda savaş bitene kadar diye cevapladı ve ertesi sabah işe gideceğini bu nedenle erken uyanması gerektiğini söyleyip iyi geceler diledikten sonra alt ranzamda uyuyan adamın horlama sesi arasında uykuya daldı.


İstanbul, Türkiye